5 Eylül 2012 Çarşamba

Ediz Bahtiyaroğlu'nu Kaybettik...


Ediz Bahtiyaroğlu
Bazen kelimeler yan yana gelmiyor bir türlü, diyecek bir şeyler bulmakta, o ana sığacak kelimeleri seçmekte zorlanıyor insanoğlu. Gecenin yarısında gelen acı bir haber, başta rezil bir şakadan ibaret olmasını dilediğimiz, ancak sonradan doğrulanan.

Maalesef, genç yaşında futbolcumuz Ediz Bahtiyaroğlu'nu kaybettik. Camiamızın, Türk futbolunun ve tüm sevdiklerinin başısağolsun. Allah ailesine ve sevenlerine sabır versin.

Belki her ölüm erken ölümdür ama seninki çok daha zamansız oldu be Ediz. Artık #2 numarayı ölümsüzleştirdin belki, belki formamızdaki siyaha büründün, orada sonsuza dek kalacaksın ama çok erken oldu...

Huzur içinde yat.


1 Eylül 2012 Cumartesi

12/13 STSL | M.İ.Y: 1 Eskisehirspor: 3 | Yıldız Farkı

31.08.2012

Kâbus gibi başlayan Spor Toto Süper Lig 2012-2013 sezonunun 3. haftasında Mersin İdman Yurdu'nu deplasmanda 3-1'le geçerek, tam 3 hafta sonra golle ve puanla tanıştık.

Kulis arkalarında gizlice yeni teknik direktör planları yapılıp basın önünde hocaya sahip çıkılan, teknik adamın bir basın mensubunu ortalık yerde tehdit ettiği bir ortam... Maç öncesi Eskişehirspor'un hali tam olarak böyleydi. 2 maçta gol bulunamadan alınan mağlubiyetler, taraftarın ve camianın geleceğe olan bakışını karanlık bir hale getirmişti.



Neredeyse deplasmanda alınabilecek puana şükredecek bir halde çıktık Mersin deplasmanına. Ancak en önemlisi, kadro dizilişi diğer maçlardan farklıydı. Tıpkı önceki senelerdeki gibi 3 ön libero ile sahaya çıkmıştık. Bundan önce orta sahanın mücadeleci yükü Hürriyet'in omzuna bırakılırken, bu maçta Mehmet Güven ve Veysel ikilisi göbekte yer alıyordu. Tabii bunda, transferi yılan hikâyesine dönse de gerçekleştirilen Akaminko'nun sağ beke alınışı da büyük bir etkendi. İki hızlı isim Erkan ve Kamara kanatlara yerleştirilmiş, geçtiğimiz maçın formda isimlerinden Tello ise yalancı forvet bölgesinde yer alıyordu.

Aslında bu dizilişte de gol atabilmemiz oldukça zordu. Ancak rüya gibi başlayan maçın henüz 1. dakikası dolmadan, Kamara'nın düzgün vuruşuyla golü bulunca rahatladık. Takımın özgüveni geri gelmişti. Mehmet Güven'in attığı harika pas, Erkan Zengin'i kaleciyle karşı karşıya bırakınca durumu 2-0'a getirdik.

Takım diğer maçların aksine topun arkasındaydı, yalnızca kendi yarı sahamızda pres yapıyordu. Sanki Ersun Yanal olağan taktiklerini vermiş de, "Bugün bu anlattıklarımın tam tersini yapmaya çalışın." demişti. Topa sahip olan takım Mersin İdman Yurdu'ydu, ancak kalemizde neredeyse tek tehlike yaratamayan takım da onlardı. Belki müthiş oynamadık ancak akıllı oynadık. Çünkü fırtına kapıdaydı, önemli olan puanla dönmekti. Kalemizde hiç olmayacak bir pozisyonda golü görsek de, ikinci yarı oyunu tutmayı bilip son dakikada attığımız golle maçı koparttık.

Bir anlamda bu maç Eskişehirspor'un istediğinde neler yapabileceğini gösterdi. Yıldızlarıyla fark yaratabileceğini... Savunmada Dede, Orta sahada Tello ve hücumda Kamara ile maçı kopardı.

Bu maçlardan önce formundan uzak Dede, bu maçta defansın bel kemiğiydi. Sol bekle sınırlı kalmadı, sağ bekte ters kademeye girdiği de oldu, stoper gibi gelen hava toplarını kestiği de.

Ne kadar dizilişte forvet gibi gözükse de, son dönemin tartışılan ismi Tello belki de son dönemlerin en iyi performansını sergiledi. 3 golde de payı vardı. Kamara'nın gollerine asist yaparken, Erkan'ın golünde de orta sahada topu kaparak hücumu başlatan isimdi. Aynı zamanda gelen uzun hava toplarını bir "target man" gibi indirişi, aldırdığı fauller, direkten dönen frikiği, 90+4'te kayarak topu alma girişimi ve sahanın en çok koşan 2. oyuncusu olması... Kendi adıma Tello'dan hiç tahmin edemeyeceğim bir performanstı. Maçın açık ara yıldızıydı. Umarım bu formu devam eder.

Mersin İdman Yurdu - Eskişehirspor maçı


Hücumda Kamara, geçtiğimiz seneye göz kırptı. Takımımızda en büyük problem haline gelen bitiriciliğin nasıl yapılacağını öğretmeye devam ediyor. Şu şartlarda takımın gol ayağı denilebilecek belki de tek isim.

Önceki maçlarda şuursuz bir şekilde hücuma çıkan takımımız bu maçta olması gerekeni yaptı. Böyle olunca ağır iki stoperimiz yüksekten gelen toplarda neredeyse kalemizde tehlike bile yaşatmadı. Yeni transfer Akaminko bölgesinde güven verdi. Her şeyden önce hem kendi performansıyla, hem de Veysel'in orta sahadaki performansıyla, taraftarın yıllardır neden bir sağ bek için kendini paraladığını gösterdi.

Aradığımız morali, aradığımız puanı tam da zamanında bulduk aslında. Milli takım arası ve sonra oynanacak evimizdeki maç toparlanma adına olumlu. Ancak bir maçla da her şeyin güllük gülistanlık olduğunu söyleyemeyiz. Tam anlamıyla "Santrafor" diyebileceğimiz bir oyuncumuz halen yok. Kaleci Boffin kesinlikle güven vermiyor, "pozitif futbol"la kafayı bozmuş teknik direktörümüz güven vermiyor. Transferin kapanmasına 5 gün varken yönetim güven vermiyor. Bu koşullarda bize de en iyisini ummaktan başka çare kalmıyor.

Umarım milli takım arasını iyi geçirir, hücum hattına ve hatta kaleye yapılacak takviyeler sonrası çok daha iyi yerlere geliriz.

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Mikail Albayrak Ümit Milli Takımda!

Kulübümüzde yaşanan tüm olumsuzlukların, kötü gidişatın ardından bugün TFF'den güzel bir haber geldi. Geçtiğimiz sene Bozüyükspor'daki görüntüsüyle dikkat çeken, alt yapı oyuncumuz Mikail Albayrak, İtalya ve Hollanda ile oynanacak karşılaşmalar için Ümit Milli Takım kadrosuna çağrılmış.
Bundan 2,5 sene önce bu blogda yazdığım isimlerden biri olan Mikail, o günlerden bugünlere üstüne fazlasıyla koymuş gözüküyor. O yazıdaki fiziksel eksikliğini Bozüyükspor forması altında kiralık geçirerek kapatan, yetenekli oyuncumuz, Bozüyükspor forması altında 30 maçta 10 gol atarak takımının yükselme play-off'larına katılmasında da büyük pay sahibi olmuştu.



Yine 2010'da Mikail haberleriyle birlikte dikkatimi çeken bir başka haberse, Alper Potuk'un U-19 milli takımına çağrılışı. O gün neredeyse aynı şeyler Alper Potuk için de geçerliydi. O dönem ara ara kadroda şans bulan yıldız oyuncumuz, merdivenin basamaklarını sabırla ve büyük gayretle adım adım tırmanarak bugünkü konumuna geldi. Alper ile ilgili yazdığım yazının sonunda:

"Umarım milli takım kariyeri bu Roma'da oynanacak özel maç sonrasında A milli takıma kadar ilerler. Alper'i tebrik ediyorum ve Eskişehirspor'luluğunu her yerde göstereceğine, bizi daha fazla gururlandıracağına inanıyorum. Darısı diğer genç yıldızlarımıza."

demişim. İşin ilginç yanı, Mikail de milli takım seferine bir İtalya macerasıyla, Jesolo kentinde başlıyor. Aynı şeyler onun için de geçerli. Milli takımların, milli takım ortamlarının oyunculara çok şey kattığına inanıyorum. Yeter ki, bu kendi oyuncumuza gereken şans tanınsın. Yeter ki arkasında durulsun. Önümüzde bir Alper örneği var. Mikail de eminim, kendisinden sonraki jenerasyona birer örnek olacaktır. Onun için de birebir aynı şeyleri yazmak istiyorum; 

Umarım milli takım kariyeri bu Jesolo'da oynanacak özel maç sonrasında A milli takıma kadar ilerler. Mikail'i tebrik ediyorum ve Eskişehirspor'luluğunu her yerde göstereceğine, bizi daha fazla gururlandıracağına inanıyorum. Darısı diğer genç yıldızlarımıza.


Milli takım formasıyla olan fotoğrafınla nice yorumlar yapmak dileğiyle...

19 Ağustos 2012 Pazar

Resmin Bütününü Görebilmek...

Son yazımın üzerinden yaklaşık 2 yıl geçmiş. Bu 2 yılda, Rıza Çalımbay'lar, Bülent Uygun'lar, Michael Skibbe'ler... Yetmemiş üzerinden bir Avrupa macerası geçmiş. 2 sene öncesinden kalan son yazımın başlığı, bugünlere nazire yaparcasına, bugünlere göz kırparcasına imalı. "Susuyorsak aşkımızdan"

Ve şimdi Ersun Yanal. Son 2 senede olayların bir türlü durulmadığı Eskişehirspor'un son patronu. Önceki yazılara baktığım zaman aslında çoğu şeyin aynı gittiğini anlıyorum. Yine yeri doldurulamayan transferler, bazı maçlarda oyuncuların üzerindeki anlamsız bir ruhsuzluk... Bunların üzerinden tamı tamına 4 teknik adam geçmiş. Bunca teknik adamın bu kadar yanılacak hali yok diyorum kendi kendime. Geriye değişmeyen, kene gibi yapışıp gitmeyen tek şey kalıyor: Yönetim.

eskişehirspor


Elbette hiçbir teknik direktör sütten çıkmış ak kaşık değil. Hatalarından hiç ders çıkaramamış düz teknik direktör Rıza Çalımbay, kulübün adını skandallara karıştırmış bir Bülent Uygun, doğru söyleyip dokuz köyden kovulan Skibbe ve oyunun savunma yönünde hep eksik kalmış bir Ersun Yanal var kocaman tahtada.

Dünkü sezon açılışında ve hatta transferlerde Ersun Yanal'ın pekala eleştirilebilecek pek çok yanı var. "Oyuncularımın parasını vermezseniz, bırakırım." diye rest çeken Skibbe'nin ardından, Ersun Yanal'ın soğuk ve benmerkezci tavrı, futbolcularla arasına ördüğü set takımı olumsuz yönde etkiliyor. Buna bir de Ersun Yanal'ın motive edici bir teknik adam olmadığı gerçeği eklenince, en önemli maçlarda boynumuz bükük ayrılıyoruz. Tıpkı İzmir'deki kupa yarı finali, belki bir kazaya kurban gitmesek de St. Johnstone deplasmanı ve son olarak O. Marsilya deplasmanı. O zaman hep sorgulamışımdır, bir kupa yarı finaline kalan takım, seneler sonra Avrupa'da mücadele eden bir takım nasıl böyle kimliksiz, ruhsuz mücadele edebilir?

Dünkü maç da bunların ucuz bir kopyasıydı. Süper Lig'e henüz adım atmış, toplama bir takım; karşısında sezonu 2 ay önce açmış bir Eskişehirspor. Ancak istatistiklere baktığımızda, Süper Lig'e henüz basmış bu takımın bizden 9 km fazla koştuğunu görebiliyoruz. Ve eminim Avrupa maçlarımızı izleyerek hazırlanmışlar. İleride yapılan pres, oyun kurma sıkıntımızı katlarken, Servet'in uzun toplarına kaldık. Topla en çok defans oyuncularımızın oynaması, Nuhiu'nun koca maçta yalnızca 31 kez topla oynayabilmesi, topu hücuma taşıyamadığımızın göstergesiydi.

akhisar belediyespor maçı
*Grafik  www.matchstudy.com adresinden alıntıdır.


Mücadeleci kimliğimizi bir yana koyup her alanda mutlak hakim pozisyonuna geçmiştik. Belki de gerçekten Süper Lig'de bir üst sınıf takım hüviyetine bürünmüştük ancak bu oyunun mücadele yönünü bırakacağımız anlamına gelmezdi. Gözden kaçırdığımız şey buydu. Çünkü ne kadar kabullenmesi zor olsa da, skorda fark yaratabilecek, sınıf atlatabilecek oyunculara sahip değiliz. Yalnızca Kamara, Dede ile bunu gerçekleştirmek çok zor. Her ne olursa olsun, mücadele edip bir şeyleri başarmak zorundayız. 11 kişi savunmaya yerleşmiş ve delicesine pres yapan bir takıma karşı kilidi açabilecek oyuncularımız yok. Bunu hazırlık maçlarında, St. Johnstone maçlarında yeterince göremedik mi? Ancak biz de onlar kadar mücadele edip topu kazandığımızda tehlikeli olabiliyoruz. Ya topu orta alanda kazanacaksınız, ya da adam eksiltecek, ara paslar atacak bir oyuncunuz olacak. Hoş, bunu yaptığımızda bu sefer de karşımıza bitirici bir golcü olmadığı gerçeği çıkıyor.

Bunlar mücadelenin yalnızca saha içinde görülen kısmı. Dünkü maçla ilgili söylenecek belki de tonla şey var, ancak bundan önce resmin bütününü görebilmek önemli. Bu yalnızca olayın bir parçası. Bülent Uygun da bir parçasıydı, Skibbe de.

Kulübün içinde dönen bir şeyler olduğu çok açık. Böyle durumlarda şüphesiz ilk tepkiyi alacak isim teknik adamdır. Yapılan transferlerde, oyuncuların mücadele eksikliğinde tek suçu Ersun Yanal'a yüklemek, resmin bütününü kaçırmak oluyor bana kalırsa. Taraftarın daha maçın başında kadrolar sayılırken Ersun Yanal'ı ıslıklamasının, bazılarının ellerini ovuşturmasına neden olduğu kesin. Takım kötü gittiğinde, suç kendi üzerine yıkıldığında sürekli suni gündemler oluşturarak, ortaya bir günah keçisi atan Eskişehirspor yönetimi son dönemde gazetelere sızdırdığı haberlerle, bunu belli ediyordu.

Ersun Yanal'ın da büyük yanlışlar yaptığı apaçık ortadayken, böylesi bir kampanya çok daha verimli oluyor. Zira, futboldan birazcık anlayan her bireyin gördüğü gibi, yıllar öncesinde Trabzonspor'a getirmeye çalışıp getirtemediği Boffin, hatalı goller yedikçe Ersun Yanal'ın kulakları çınlıyor. Alınmayan sağ bek, olmayan golcü, hızlı bir stoper... Bunların olmayışı tamamen onun üzerine kalıyor. Bundan doğalı da yok. Çünkü takımın şu anki teknik patronu Ersun Yanal'sa, elindeki taktiğe göre adamlar seçmek zorunda. Akıllarda yankılanan en büyük soru şu:
"Yapılmayan transferler ve ucuza kaçılan futbolcularda  Ersun Yanal'ın ne kadar payı var?"

Açıkçası, hiçbir teknik adamın "performans - maliyet" eğrisinde maliyeti öncelikli tutacağına inanmıyorum. Son 4 yılda büyük gelişme göstererek "A4 kağıdından Excel'e geçirdikleri gelir tablosu" bunca kabarıkken, hatta giderlere de bunca transfer masrafı eklemişken yönetimin elini cebine atmayışı, üçün beşin lafını yapıp tüm futbolcuları birer birer kaptırışı da bu tezimi doğrular nitelikte.

Ve maalesef transfer olmadığı, birilerinin kulağına fısıldanan sözlerle perde arkasında oynanan oyunlar devam ettiği sürece, daha çok başımız ağrıyacak. Bir sezona daha skandallarla başladık. Her mağlubiyette, her sorunda kan isteyen, bir kurban isteyen kitle türedi. Kim olayın ne kadar farkında, nasıl müdahale edilecek, seçilen kurbanlara tonla para verildikten sonra neler dönecek? Taraftar kahrolurken, kimler gülecek? Şu an birazcığını görebildiğimiz bu resmin, sorunlu kısmını anlatan oldukça net bir fotoğrafa imza atmış dün www.eskisehir.net :


eskişehirspor idari menejeri

Filler tepişir, çimenler ezilir...

26 Eylül 2010 Pazar

10/11 STSL | Es-Es: 0 G.Antep: 1 | Susuyorsak aşkımızdan!

Önceleri, özellikle mağlubiyetlerde, o gerginliğin ve üzüntünün verdiği his ile yazmamak için maçtan daha sonra yazıyordum yazımı. Fakat bu gece, maçın hemen ardından, sıcağı sıcağına yazmaya karar verdim. Çünkü erteleye erteleye, alttan ala ala bir sorun yumağı elde ettik. Ve bunu çözmek yönetimin boynunun borcu. Yaralıyız, hastayız. Takım kangren oluyor. Bunu defalarca kez söylüyorum belki, ama yine de içimizdeki o aşktan sanırım, bir yanımız kenetlenme diyor; bu maç farklı olur diyor. Ama hayır, olmuyor. Kangrene dönen yaramız git gide kötüleşti, ya ayağı keseceğiz ya da sıkan ipin gevşemesini kadere bırakıp ölme riskiyle devam edeceğiz...

Maça gelecek olursak, ilk 5 dakika yapılan "Susuyorsak aşkımızdan" tepkisi maçın belki de en anlamlı olayıydı. Evet, gerçekten bu taraftar çoğu şeye sabretti, hep bir şeylere göz yumdu. Futbol adına sonunda R. Çalımbay taraftara kulak asıp Adem Sarı'yı koymuştu ve çift forvete dönmüştü.

------------------- Atilla----------------------

Sezgin-------Vucko------Nadarevic----Volkan


------------B.Ertuğrul--------Pele ------------

----Koray ----------------------------- Sezer-----

------------ Batuhan--------- Adem -------------

ilk 11 ile sahadaydık. İlk göze çarpan, Koray'ın sağ açıkta oynatılmasıydı. Onun haricinde benim de tercih edebileceğim bir dizilim olduğunu söyleyebilirim aslında. Ve o Koray hamlesi maalesef bize pahalıya patladı. Çünkü ilk haftadan beri formsuz olan Koray, bu maçta da tel tel döküldü. En çok açık veren kanadımız, Sezgin'in de muhteşem uyumuyla sağ kanat oldu. Çok net gol pozisyonları yarattık, ama Koray bitirici hamleyi yapamadı. Maçın en kötüsüydü, çok formsuz. Mental olarak problemleri olduğunu düşünüyorum. R. Çalımbay'ın ayrılmasından sonra formunu yakalayacağını da düşünüyorum.

Maça kötü başlamadık aslında. Ama sürekli hata yapmasından ötürü eleştirdiğimiz defansımız yine aynı şekilde sahaya çıkıp, bir türlü hazır olacağı söylenen Diego ve Raşhad giremeyince, eski tas eski hamam olduğunu gösterdi. Nadarevic bu maç sahanın en iyilerindendi. Elinden geleni yaptı belki ama Vucko'nun hataları da bir o kadar kritikti. Çok alakasız bir pozisyonda faul yapınca duran toptan golü kalemizde gördük. Adam paylaşımı, Allah'a emanet... Daha sonra Gaziantep çok iyi kontra ataklarla geldi aslında. Popov ve Olcan kontra atak anlamında çok iyi işler yapan iki isim. Fakat sonunu getiremediler. Bizde ise Koray'ın akıllara zarar kaçırdığı gol pozisyonu... Derken devre bitti.

İkinci yarı R. Çalımbay, yine doğru bir hamleyle -ki aslında olması gereken kadro buydu- Vucko'yu çıkarıp Erkan Zengin'i aldı. Bu hamleyle Koray'ı sağ beke, Sezgin'i stopere çekti ve Erkan'ı sağ açığa koydu. Taraftarın desteğiyle de bomba gibi başladık ikinci yarıya. Bunda Batuhan'a parantez açmak gerek. Galatasaray maçına göre kat be kat daha iyi Batuhan. En güzel yanı, pres yapıyor. Ve yine yaptığı presle taraftarı ateşledi. Ah o dakikalarda bir gol bulabilseydik... İkinci yarımız, tıpkı ceza sahasında dolanıp golü bulamadığımız Konya maçının kopyasına döndü. Sürekli yüklendik, Sezer çok net kaçırdı. Batuhan'ın kafasını kaleci son dakikada çıkardı... Aslında dikine giden Adem çok iyi işler yaptı ama sürekli top alabilmek için kanada geldi. Batu'nun indirdiği topları alamadı. Olmadı bir türlü. Bu arada R. Çalımbay Bülent Ertuğrul <-> Jaycee değişikliğiyle golü aradı. Pele'nin şişirdiği toplar, Volkan'ın yaptığı yapamadığı ortalar.. Çok iyi kapandı G. Antep. Ortamı gererek, yerde yatarak oyunu soğutmayı başardı. Sezer sarı kartı olmasına rağmen çok hırçındı. Atılmaması için onu da çıkardı dakika 80'de. Fakat gözler Tello'yu ararken, oyuna Agim Ibraimi girdi. O da pek kendini gösteremedi. Ve maçı kaybettik. Maçın iyileri olarak Adem, Batuhan ve Nadarevic'i sayabilirim. Pele de yedek kaldıktan sonra formu daha iyiye benziyor. Batuhan'daki çıkış çok sevindirici. Adem Sarı, ilk 11'in hakkını veriyor, hele hele Jaycee'yi gördükten sonra. Sezgin ve Koray özellikle ilk yarı inanılmaz kötü bir maç geçirdiler. Vucko maalesef hayal kırıklığı.. Bülent Ertuğrul orta sahanın gizli adamı, onun olduğu maçlarda orta sahaya hırs geliyor. Sezer, tutuk bu sıralar. Batuhan'la anlaşamıyor bir türlü. Volkan'ın da formunda bir artış var. En azından oyuncularda biraz da olsa form artışı sevindiriyor, ama bu maçtan sonra mental olarak onların da düşüşe geçebileceğini düşünüyorum. Bir an önce bu kâbustan uyanmamız gerekiyor!

Maçtan aklımda kalan bir sahne, takım korner atacak, kimse atmaya gitmiyor... Düşünün, organizasyonu geçtim artık ben, kimin atacağı bile belli değil. Volkan, Sezer'e el işareti yapıyor, o ona... Duran toplar kalemizde çatır çatır gol olmaya devam ederken, bizse her topu kalecinin üstüne kesme rekorları kırıyoruz. Adam paylaşamıyoruz, organizasyon yapamıyoruz. Batuhan top indirecek, ama Adem Sarı kanada yakın oynuyor. Bu topu kim alacak? Takımın teknik adamı çıkıyor diyor ki, "E ben ne yapayım?" Kimse kusura bakmasın da aylık bilmem kaç doları ben almıyorum. Stadyumda 10 kişiden 9'u R. Çalımbay'ın gitmesini diliyor. Ne güven ortamı kaldı ne de inanç. Bu haliyle kazanmayı mı bekliyoruz? Futbolcular bile gideceğini biliyorken, nasıl çıkıp tam performans gösterecekler? Geçen sene Kayseri son dönemde başarısız oldu. Çünkü Tolunay Kafkas'la yolların ayrılacağı açıklanmıştı. Aynı durum bizde de var. Futbolcular inanmıyor, taraftar inanmıyor... Öyle ya da böyle bu takıma kan değişikliği şart! Yönetimse oturduğu yerden olayları izliyor. Kimse günah keçisi olarak R. Çalımbay'ın ilan edildiğini düşünmesin. Elbet sıra onlara da gelecek. Bu taraftar her şeyin farkında. Duruma göre, ne gerekiyorsa onu yapar. Bugüne dek sustuk, ama her sabrın bir sonu vardır. Susuyorsak aşkımızdan!

21 Eylül 2010 Salı

SporTOTO '10-11 Süper Lig 5. Hafta: Sivasspor: 1 Es-Es: 1 | Adamsın Adem!..




"Ne olursa olsun, diğer maçları telafi edebilmek için kazanmak zorundayız. Ne gerekirse yapacağız." Maçtan önce böyle diyordu R. Çalımbay. 4 haftanın 4'ü de hüsranla sonuçlanırken, herkeste bir endişe, takımda ruhsuzluk, taraftar karmaşık... Evet, herkesin beklediği bir çıkış anı vardı. Hani bir tutunsak ucundan uçurtmanın, alır bizi götürürmüş gibi... Ama bu sefer de olmadı. "Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek." deyimini en iyi anladığımız maçlardan birine şahit olduk. Öldük, öldük dirildik. Kurtarıcımız kulübenin derinlerinden geliyordu. Bir ayağı kulübeye demirlenmiş Adem Sarı, ne açıkça isyan etti, ne de çalışmaktan vazgeçti... Ve golü attığında yalnızca taraftarımızı gösteriyordu parmağıyla. Sivas'a onca yol tepmiş taraftarımızı utandırmayan Adem, bir şanssızlığı kırıyordu belki de; bazı şeylere inat "Ben de varım!" diyordu...

Bizim için "kırılma noktası" diyebileceğimiz maçlardan biriydi Sivasspor maçı. Manisaspor kan değişikliğine giderek, yeni hocasıyla zorlu Trabzon deplasmanından 3 golle 3 puanı alırken, 1 puanımızla ligin dibine demir atmıştık. Daha önceki 2 senede bir kez olsun düşme hattına girmeyen Eskişehirspor, düşme hattının müdavimi olurken bir yanda da tehlikeli sulara demir atma korkusu içindeydi. Herkes gergin, herkeste bir korku. Ve maçtan önce R. Çalımbay ile yapılan röportaja yansıdı bu gerginlik. Gerginlik ve bitmişlik hissi. Sanki kafasında bazı şeyleri bitirmiş bir yorgun teknik adam, "İnşallah" diyordu. İşimiz "İnşallah"a kalmıştı.

Takım sahaya çıktığında, teknik kadronun kendince radikal olarak nitelendirilebileceği bazı kararlar vardı. Örneğin herkesin beklediği Pele yedekler arasındaydı. İlk 11'imiz:

------------------- Atilla----------------------

Sezgin------Vucko------Nadarevic----Volkan


---------B.Ertuğrul-------- Alper ----------------

----Erkan --------- Sezer------------Tello-------

------------------ Jaycee ----------------------

şeklideydi. Anlaşılan Pele'ye olumsuz form grafiğinin ardından bir gözdağı verilmek istenmişti. Peki burada aklımda beliren bir soru, ondan önce hem formsuz hem de saha dışı olayları ile en çok adından söz ettiren Jaycee neden ilk 11'deydi sorusu. Aslında aklımın diğer yanı, R. Çalımbay'ın mantığıyla soruyu yanıtlıyor: "Mücadele." R. Çalımbay özellikle deplasmanlarda Jaycee'siz yapamıyor. Bunda da mücadele ederek, rakibi yıprattığını düşünmesinin etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü Konyaspor deplasmanında da, Bursaspor deplasmanında da Jaycee'yi ilk 11'de görmüştük. Ama maalesef bu deplasmanlarda forvet anlamında Jaycee ile etkili olamamıştık. Tek forvet Jaycee ile de bu mümkün değil zaten...

Bunun yanı sıra defans kurgusunda tahmin ettiğim gibi Vucko - Naderevic ikilisi görev aldı. Peki R. Çalımbay madem bir revizyon düşünüyor, neden bunu en sorunlu bölgemiz olan defans bölgesinde yapmıyor? Kaybedecek neyi var? Vucko zaten yeterince hata yapmıyor mu, en fazla Diego da aynı şekilde adam kaçırır. Hadi Diego'dan ümidi kestim, kişisel olarak ön yargısı olduğundan oynatmıyor, fakat hazır gelen Sadıkov? Sorunlu iki bölgemiz var. Biri defans, biri forvet. Ve ikisinde de kötü giden oyuncularda ısrar edilirken, iki maçtır orta sahada revizyon yapılmaya çalışıyor.

Sivasspor'un sol bekinin bu derece sıkıntılı olduğu apaçık ortadayken, o açığı kullanamamamız da ayrı bir eksi. Erkan Zengin'i daha iyi kaçırabilseydik, birazcık isabetli orta-şut bulabilseydik rahat kazanabileceğimiz maçlardan biriydi. Fakat yine defans kurgumuz bizi şaşırtmadı ve Ceyhun bomboş pozisyonda topu ağlara yolladı. O dakikadan sonra her ne kadar fiziksel olarak çok oyundan düşmesek de, stresin de getirdiği yükle mental olarak fazlaca oyundan düştük.

İkinci yarı doğru bir tercihle: "Batuhan" ile başlamamız oyuna hareket getirdi. Batuhan'a yedek kalmak yaramış. Biraz da iç sesini dinlemiş galiba ve ileride basan; görmek istediğimiz Batuhan sahadaydı. Fakat Sezer'in sol açığa çekilmesi yine sorun yarattı. İkinci yarı Sezer kaybolup gitmişti. Bu noktadan sonra topu toplayıp dağıtım yapabilecek bir oyuncu ihtiyacını da Pele ile karşıladık. Ona da yedek kalmak yaramış olacak ki, ilk geldiğindeki isabetli pasları vardı. Bu da doğru bir tercihti. Aslında bir anlamda yanlış başlayıp, doğru devam etmek gibi bir şey oldu bizimkisi. Ve asıl olması gereken değişiklik, varlık gösteremeyen Jaycee'nin çıkıp Adem'in erken oyuna dahil olmasıydı. Bu arada savunma güvenliğimiz Allah'a emanetti. Neyse ki Sivasspor'un kontra atak yapabilecek bir yapısı yok. Eğer Sivas değil de İ.B.B ile oynasaydık en az 3 gol yiyeceğimize garanti verirdim. Son yarım saat özellikle eski Eskişehirspor'a döndük. Şişirme toplarla gol arayan Eskişehirspor. Sistem sancısı çektiğimiz bu günlerde, bu şişirme sonuç verdi ve Batuhan'ın indirdiği topta her şey bitti derken 90+4'te Adem Sarı kaleciyi çalımlayarak hayat öpücüğünü verdi. Golden sonra taraftara koşan Adem, her şeyi özetliyordu zaten...

R. Çalımbay'la ilgili fazla konuşmak istemiyorum. Kaderi ne yönetimin, ne de taraftarın elinde. Kaderi futbolcuların elindedir. Bazı haklı olduğu yerler olsa da, çok yanlışları var, bunları görmemekte ısrar etmesi en büyük sıkıntısı. Adem'in sonradan dahil olup attığı gol anlamlıydı. Ben bu saatten sonra takımımın alacağı puanlara bakarım. Takımın başındaki herhangi bir teknik adamla eş değer R. Çalımbay. Çünkü hakkında her eleştri yapana, her istifa çağrısına "Onlar gerçek taraftar değil", "Bir grup insan işte." iması yaparsa maalesef saygınlığını yitirir. İçeride kazanmamız gereken bir maç var. Sürekli "Gaziantep maçında tam formumuza ulaşacağız." , "Diego Antep maçına hazır olur." gibi demeçlerle bu maçı işaret eden teknik heyet verdiği sözlerin arkasında durmak zorunda. 3 puandan başka bir sonucun telaffuz bile edilmemesi gereken bu maç, bazı kördüğümleri ya çözecek; ya da çözecek. İnşallah 3 puanla tanışırız. Sonumuz hayır olsun.

17 Eylül 2010 Cuma

2010-2011 Sivasspor Deplasmanı Öncesi..


En kritik maçlarımızdan birine çıkıyoruz. İçimizde esen bu fırtınayı, arkamıza alabilmemiz için biçilmiş kaftan olan bir maç. Deplasmanda kazanacağımız bir Sivas, ardından da evimizdeki Gaziantep galibiyeti bizi hedefimizde tutar. Aslında bugüne kadar oynadığımız maçların sonuçları Konyaspor yenilgisi dışında, beklenti üstü olmasa da çok da anormal değil.

Şimdi geçmişi unutup bu maça odaklanma vakti. Puan durumunu silelim aklımızdan. Bu maçı belirleyecek olan şey, oyuncuların hırsı ve kondüsyonu olacak bana kalırsa. Bursa maçının ilk yarısında hırsı anlamında özellikle ilk yarı olumlu işler yapan takımımız maalesef sakatlıklar ve kondüsyon sorunu sonucu ikinci yarı mağlup olmuştu. Sivasspor'un bir hafta önceki Trabzonspor mağlubiyeti kimseyi rehavete sokmasın. Aynı şekilde bizim de Bursa'ya yenilmiş olmamız da kimseyi umutsuzluğa düşürmesin. Bu ligin en hazır iki ekibi bana kalırsa: Trabzonspor ve Bursaspor'dur. Onun dışında Sivasspor'un gerçekten lige iyi bir ön hazırlık kampı geçirdiğini düşünüyorum. Bu çok dezavantajımıza olacaktır. Maçların başlarını ve sonlarını iyi oynayamıyoruz. Bunda kuşkusuz Rıza Çalımbay'ın -bana göre- yanlış oyuncu değişiklikleri de etkili. Hücum yollarında çok etkisiziz. Defansın üzerine binen "Sürekli hata yapıyorlar." imajı yüzünden baskı oluşuyor. Bunlar bizim için çok büyük dezavantaj. Kadro kalitesi olarak gerçekten çok kaliteli bir takımız. Ama kimse bu takım çok iyi takım diyerek 3 puanı hanenize yazmıyor.

Mücadele, mücadele, mücadele! Taraftar bunu görmek istiyor, top rakipteyken pres istiyor. Batuhan'ı ıslıklatan şey buydu. Mehmet Yılmaz, Ümit Karan, Anderson, Youla.. Bunlar hep ileride basan isimlerdi. Bunu yapmadığımız an, oyunu geride kabulleniyoruz demektir. Bunca stres üzerine, bir de oyun savunmamıza yığılınca gelen golleri durdurmak tabii ki imkansız oluyor. Eskişehirspor'da bu sene oyuncu bazında büyük değişiklikler var. Tello'nun, Sezer'in ve hatta defansımızın bilinçlenip ayağa oynama çabaları çok güzel. Ama bunu yaparken, oyunun mücadele kısmını es geçmemeleri gerekiyor. Galatasaray maçında ne zaman pres yaptık, o zaman başarılı olduk. Bunun yanı sıra kontra ataklara çıkmayı, son pasları, son şutların tercihlerini de beceremiyoruz. Bunlar hep biriken stresin getirdikleridir. Eğer yarın erken bir gol bulup, oyunu sakin ve sabırlı bir şekilde izlersek, hele hele de sonraları düzgün taktiklerle, doğru oyuncu değişiklikleri yaparsak kazanmamamız için bir neden göremiyorum.

Kadro olarak son seçim elbette Rıza Hoca'nın olacaktır, olmalıdır da; ama Mehmet Yıldız'ı tutabilecek yegane isimlerden biri Nadarevic'tir. Küstürülmeyerek oynatılması taraftarıyım. Onun yanında Vucko ya da Sezgin oynayacak gibi geliyor bana, durumuna göre Sadıkov da düşünülebilir. Bunun haricinde Batuhan ve Jaycee ileride çok fazla top eziyor fakat aslında Sezer, Tello, Erkan işlerini iyi yapsa çift forvetten çok daha uyumlu bir taktik 4-2-3-1. Bizim takım bir türlü öğrenemedi, kabullenemedi gitti. Burada Rıza Çalımbay'a çok iş düşüyor. Sezer'le Batuhan'ın anlaşması gerekiyor. Batuhan'ın ileride pres yapıp, bizim kazandığımız toplarda pivot santrafor gibi davranıp top dağıtması, sağdan-soldan gelecek ortaları uzun boyunun yardımıyla gole çevirmesi gerekiyor...

------------------- Ivesa----------------------

Koray------Vucko------Nadarevic----Volkan


---------B.Ertuğrul-------- Pele ----------------

----Erkan --------- Sezer------------Tello-------

------------------ Batuhan---------------------

Taktiğiyle çıkabiliriz sahaya. Belki sonraları Adem Sarı ya da antrenmanların yıldızı Agim Ibraimi'nin katılımıyla daha hareketli bir takım olabiliriz. Her şeyden önce takım olarak, camia olarak inanmalıyız. Rüzgarı arkamıza aldığımız zaman bizi durdurabilecek güç yok bana kalırsa. Bunu da kenetlenerek yapabiliriz. Haydi çocuklar bu kez güldürün yüzümüzü, Allah utandırmasın, dönüşümüz 3 puanla olsun inşallah!
Related Posts with Thumbnails