31 Ağustos 2010 Salı

SporTOTO Süper Lig 3. Hafta: Es-Es: 1 Gs: 3



Bazı şeylerin kangren olma noktasına geldiği günlerdeyiz şu günlerde. Süper Lig tarihimizin en kötü 2. başlangıcıyla karşı karşıya olmak bir yana, takımda disiplinsizlik, otorite ve hırs eksikliği gibi çok önemli sorunlarla boğuşuyoruz. Ve bunların çözülebilmesi için bir sıkı disiplin dönemi şart.

Neyse iyisi mi maça geçelim. 50 TL'lik biletlere rağmen açık tribünün üst sıraları saat 8 gibi dolmuştu. Herkeste bir umut, herkeste bir heyecan vardı. Daha önce 4 maçta da yenilmeyip 3 kez dize getirdiğimiz Galatasaray yaralıydı. Perşembe günü 90 dakika oynayıp son dakikada attığı golle yıkılmıştı. Eksikleri saya saya bitmiyordu ve alt üst moralleriyle kaynayan kazan misali fokurduyordu. Bizse dinlenmiştik, tam kadroyduk, 16-17 bin kişinin desteğiyle sahadaydık. Hem de şansımıza da güveniyorduk.

Sahaya:

------------------- Ivesa----------------------

Koray------Vucko------Sezgin----Volkan


------------- Doğa-------- Pele --------------

--Burhan---------- Sezer-------------Tello--

------------------ Batuhan---------------------

dizilimiyle çıktık. İlk göze batan elbette ki Nadarevic'ti. Defans, defans diye söylendiğimiz bu günlerde takımın en iyi markajcısı, hele hele Baroş gibi bir ismi tutmak gerekliyken yoktu. Konya maçının hataları anlaşılan ona kesilmişti. Sezgin ise kaptanlık pazu bandının arkasına sığınmıştı. Rıza Çalımbay, "Gönderilsin" yaftasını üzerine yapıştırdığı Vucko'ya mahkum kalmıştı bir anlamda.

Maça iyi başlamadık. O önceki senelerin hırsının olmayışı daha başlarda kendini gösteriyordu. Tutuk başladık, alışılageldiği üzere ilk dakikalarda Ivesa'nın hatasıyla kalemizde golü gördük. Artık nasıl bir adetse bizimkisi, ilk 10 dakikayı saçma sapan bir gol yemeden kapatamıyoruz.

Galatasaray çok eksikti, yorgundu. Birazcık üstlerine gittiğimiz her an bir hata yapmaya hazırdılar. Sol açıkta, son oynadığı Avrupa maçından sonra ipe götürülen Hakan Balta'nın yerine bir sağ ayaklı genç, Serkan Kurtuluş oynuyordu. Sağ kanadımızdaki Burhan - Koray ikilisiyle bu kanadı daha iyi değerlendirmeli ve Batuhan'a kanatlardan top indirebilmeliydik. Olmadı, pres yapmaya başladığımız dakikalarda oyunun üstünlüğünü elimize aldık
ve Tello'nun muhteşem orta şut karışımını Ufuk tutamayınca içeri çeviren Burhan'ın topunu Vucko çok temiz bir şekilde ağlara gönderdi. Golden sonra takım iyice hırslanmıştı, taraftarın da ateşiyle tam saha pres bizi oyunda tuttu. Ama ilk devrenin sonu geldi maalesef. Eğer bir 10 dakika daha olsaydı, eminim 2. golü de bulabilirdik o ateşle.

2. yarıya o kadar tutuk ve sönük başladık ki. O ilk yarının sonunda hırstan gözleri parlayan takımın yerine yine oyunu geride kabul eden takım hüviyeti geri gelmişti. Bu aşamada düşündüğüm tek şey, Rıza Çalımbay'ın takıma bu yönde talimat verdiği oluyor. Ya geride basın diyor, ya sözünü geçiremiyor ya da motivasyon vermede büyük eksiklikleri var Rıza Çalımbay'ın. Sözünü geçiremediği kısmı ortada. O kısma ileriki günlerde yazacağım bir yazıyla girmek istiyorum ve geçiyorum. Özellikle ileri uçta Batuhan'ın hiç pres yapmaması, Galatasaray'ın daha bir elini kolunu sallayarak gelmesine sebep oldu. Batuhan çoktan oyundan çıkmalıydı. Hatta bir ara Jaycee'yi ısınanların arasından çağırınca hoca sevindim. Ama beklenen olmadı. Onun yerine Tello çıktı, Alper girdi. Rıza Hoca muhtemelen Pele'den hücumda daha çok yararlanmak istedi ve ortasahaya taze kan olarak düşündü. Rıza Çalımbay bu hamlesiyle, orta sahada kaybettiği oyunu ve üstünlüğü tekrar ele alabileceğini sandı. Ama daha da yanıldı. O noktada ortasahada taze kan istiyorsa Doğa'nın yerine Alper'i düşünebilirdi çünkü Doğa çok tutuk bir mücadele veriyordu. Tello'nun yorulması normal, kondüsyon eksikliği vardır vesaire. Çıkmasına bir şey demiyorum, -hoş çıkarken kafasını sallayarak çıktı tepki verirmiş gibi ya- ama Tello'nun yerine Adem Sarı'yı oyuna dahil etseydi eminim daha mücadeleci ve ofansif bir takım elde etmiş olurduk. Akabinde sahanın en iyilerinden Burhan<->Erkan Zengin değişikliği. Rıza Hoca'nın sezon içinde takıntılı olduğu değişiklerden birini bu sezon öğrenmiş olduk böylece. Erkan Zengin ve Alper girdiği andan itibaren topla en fazla 5-6 kez buluşabilmiştir. O derece etkisizlerdi.

Durum böyle olunca Galatasaray'ın asları meydana çıktı. Arda Turan'ın Ivesa'nın yanından gönderdiği topu Volkan ters ayağıyla çıkaramayınca çöktük. Herkes kafasında bu maçı bitirmişti bana kalırsa. Sonrasında zaten yenilen 3. gol de bunu kanıtlıyor. Yahu, 5 adam o topu cezasahasından uzaklaştıramaz mı? Uzaklaştıramıyor. Hissizlik hat safhada. Ve olan olup biten bittiken sonra her zamanki gibi Adem Sarı oyunda...

Maçı kaybetmemiz değil sorun, sorun otorite eksikliği, sorun takımın hissizliği. Eski savaşçı kimliğinden çok şey kaybetmiş Eskişehirspor. Bunda hem yönetimin, hem teknik kadronun büyük hataları vardır. Ama özellikle teknik kadro anlamında geri dönüşü olmayan bir yola girdik bence. Bu saatten sonra kan değişikliği bu takımı ayaklandırabilecek tek çare gibi gözüküyor. Dediğim gibi ileride bu sorunları tek tek yazmayı düşünüyorum. Çok keyifsiz günler geçiriyoruz camia olarak. Birlik ve bütünlüğümüz yok, resmen kaynar kazana döndük. Birilerinin mutlaka bu duruma el atması gerekiyor. Bursa ve Sivas deplasmanları da uçurumun öbür yanı. İnşallah sonumuz hayır olur..

21 Ağustos 2010 Cumartesi

10/11 STSL | Konya: 2 Es-Es: 1 | Çanlar Kimin İçin Çalıyor?


Nasıl yazsam, ne başlasam bilmiyorum. Hani sözün bir yerde tıkandığı zamanlar olur ya, o zamanlardan birindeyiz. Birine maç istatistiklerini gösterip sonucunu sorsanız "Eskişehirspor fark atmıştır." der. Kalemizi bulan adam akıllı 2 top ya var ya yok, ama çizgimizi geçen 2 top... Yazık ki ne yazık...

19'u kaleyi bulan 26 şutumuza karşılık 4'ü isabetli 6 şutları var. Yaptığımız orta sayısı tamı tamına 40. Bir maça göre inanılmaz üst seviyede. İsabetli pas sayımız 297, Konya'nın ise 98...

Konya'da futbol oynamayı geçtik, pikniğin bile rahat yapılamayacağı gözüken bir çim zemin gördük. Tribünler 1 senelik Süper Lig özlemi sayesinde biraz da olsa dolmuş gibiydi. Eskişehir'den de 500 civarı taraftarımız her zaman olduğu gibi yerini almıştı.

Defalardır bahsettiğimiz 4-2-3-1 sistemi bu maçta sahaya yansıdı. Bunda tabii ki Batuhan'ın sakatlanarak ilk 18'e girememesinin büyük payı var. Sahaya:

------------------- Ivesa----------------------

Koray---Nadarevic------Sezgin----Volkan


------------- Doğa-------- Pele --------------

--Erkan---------- Sezer-------------Tello--

------------------ Jaycee---------------------

dizilişiyle çıktık. Doğa'nın yerine tercih edilebilecek Alper'in dışında, sahaya sürülebilecek en mantıklı kadrolardan biriydi. Maça golle başladık. Ama golü yanlış kaleye attık. Geçtiğimiz sene Sezgin'i hep kanatlarda görmüştük. Kanatlar bir bakıma tandeme göre daha kolaydır. Tandemde havadan gelen topları karşılamanız, ileriye çıkan beklerin açığını kapatmanız aynı zamanda eğer görev verildiyse adamınızı marke etmeniz gerekir. Tüm bunlar Sezgin'e biraz da olsa fazla geldi. Daha maçın 3. dakikasında gereksiz yere riskli hareket yapınca bedavadan golü yedik. Hani antrenmanda bile yenmeyecek cinste bir goldü bu. Nadarevic kendi kalesine attı belki ama onun da pek suçu olduğu söylenemez. Daha ilk dakikalarda golü yediğimizde zaten çanlar bizim için çalıyordu. Zaten toplama bir takım olan Konyaspor aradığı golü hemen bulmuştu. Dolayısıyla istediğini almış her futbol düşmanı takım gibi, kapanarak, gerektiğinde yere yatarak vakit geçirme konusunda uzmanlaşmışlardı. Ziya Doğan ve Diyarbakırspor'dan topladığı, toplama bilgisayar kıvamındaki iki pası bir arada yapamayan takım belki de bu sezon bir daha atamayacağı tarzda bir golle öne geçmişti...

Bunun dışında oyunun mutlak hakimi bizdik. Zaten oyunun üstünlüğü bizdeydi ama golü attıktan sonra Konyaspor iyiden iyiye geriye yaslanınca oyun tamamen bize kaldı. Bu noktada Tello ve Sezer'in devreye girmesi gerekiyordu. Sezer maça tutuk başladı, ama yine de ortada solda oynadığı oyundan çok daha fazlasını sergiliyor. Pele tek başına takımı sırtlamaya çalıştı ama onun da gücü bir yere kadar yetti. Sezgin defanstan şişirmeye devam etti, gerçekten onun için inanılmaz talihsiz bir maçtı ilk yarı anlamında. Koray ileri çıkışlarıyla eski performansına göz kırpsa da sonunu getiremedi. İlk yarıyı mağlup kapattık.

İkinci yarıda çok çok daha iyi bir Eskişehirspor vardı. Herkes ayağa oynama çabası içerisinde, oyunun kontrolü tamamen bizdeydi. Jaycee nefis sakladığı topu tam atması gereken adamımız: Pele'nin önüne yuvarlayınca uzaktan şutlarını antrenmanlarda hayranlıkla izlediğimiz Pele bize ilk gol sevincimizi yaşattı: 1-1. Bu dakikadan sonra oyuna iyice bastırdık. Tello'nun kopuk kopuk da olsa pasları parmak ısırtacak cinstendi. Dakikalar ilerlerken oyuncu değişikliğinin vakti geliyor gibiydi. Oyundan düşen Erkan Zengin'in yerine Burhan'ı alacak diye düşünürken kenarda Serdar'ı görmek herkesi şoke etti. 1 senedir doğru düzgün forma giymemiş Serdar -ki antrenmanları da az çok takip edebildiğim için formsuz olduğunu biliyorum- böylesine bir maçta dakika 65'te sahaya sürülüyor. Hani öndesindir, pres yapmak istiyorsundur ya da fiziki güce ihtiyacın vardır; anlarım. Serdar koşar, hiç olmazsa basar diye düşünürsün. Bizse kapalı bir kutuyu tekniğimizle açmaya çalışacağız, bu değişiklik ne Allah aşkına? Ondan sonra üstüne Tello'nun çıkması ve Burhan'ın girmesi... Belki Burhan da çok çok performansının altında oynadı ama ona diyecek bir şey yok. Çünkü sağ kanat için yapılabilecek bir değişiklikti. Ama Serdar'ın dahil olup, Tello ve Erkan'ın harcanması takımın hücumunu tamamen bitiren hamle oldu. Zaten oyuncu değişikliğinden sonra bakarsanız 2 topu bir arada yapamamamız sonucu Konya oyunu dengeledi ve üst üste köşe vuruşları kazandı. Kazandıkları bir serbest vuruşta da her zaman olduğu gibi defans uyuyunca, Ivesa da 2 metrenin üzerindeki boyuyla boşta bekleyince Konya golü kafasıyla değil, omzuyla buldu. O saatten sonra moralin M'si kalmayan takıma kan gerekiyordu. Geçen sene takımın gol kralı Adem Sarı yedekte oturuyordu. Dakika 85 olduğunda "ayıp olmasın" diye oyuna sokulan 'Nöbetçi Golcü' de top neredeyse ayağına değmeden maçı tamamladı.

Düşünüyorum da Ziya Doğan'a, Eskişehirspor hangi değişiklikleri yapsın diye sorsanız bu tercihleri yapardı galiba. Öylesine işe yaradı ki Çalımbay'ın tercihleri iki topu yapamaz hale geldik. Konyaspor'un kalemizi bulan 2 şutu var. Bizim en son 9 mu ne vardı... Topla oynama da %65'e, %35 civarındaydı.. Kornerleri sayamadık bile.. Ama net diyebileceğimiz pozisyonumuz bir Doğa'nın şutu, bir de Tello'nun nefis frikik organizasyonu vardı. Bu maç için en sevindirici gelişme de uzun süre sonra takımda bir frikik organizasyonunun görülmesidir. Ne kadar o frikik ustası Tello'yu duran toplar için bile oyunda kalması gerekirken oyundan almış olsak da ileride çok daha iyi olacak. Biraz daha hırs, biraz daha kondüsyon... Pele'ye zaten bir şey demeye gerek var mı? Dua ediyorum sürekli gitmesin diye. Pele, pele, pele... Maşallah... Doğa ısrarı yersiz. Hep diyoruz Doğa oyunu tek yönlü oynuyor diye, Alper'i antrenmanlarda çok daha iyi gördüm ben. Oynayamıyor. Rotasyonda Veysel ilk 18'e giremiyor, bence en iyi gelişme gösteren isimlerden bir tanesi. Hatta ve hatta Sezgin'e tanıyacağımız şansı, belki Gs maçı için olmaz ama, bu maç için Veysel'e tanıyabilirdik...

Öyle ya da böyle bu maçı kaybettik. "Defans hata yapıyor, bireysel hatalar..." demek sorunumuzu çözmez. Defans hatası varsa nerede, ne hatası var, nasıl düzeltebiliriz demek önemlidir. Kim ne derse desin bu takıma defansif anlamda Pele gibi bir isim eklendi. Vucko-Nadarevic ikilisi geçen sene bizi 7. yaptı. Eğer sezon başında iyi hazırlanamazsanız, iyi yükleme yapmazsanız, belirli bir antrenman programınız olmaz, ortada sıçan harici bir şey yapmazsanız bir yere varamazsınız. Herkesin kendini eleştirmesi gerekiyor. İlk haftalar, takımdaki bazı eksiklikler doğal ama Konyaspor'a karşı böyle bir sonuç maalesef doğal değil. Üstüne üstlük önümüzde Galatasaray için de ölüm kalım mücadelesi olacak bir maç var. Sonrasında ise iki zorlu deplasman... Ve 2 maçta yalnızca 1 puan var. Tehlike çanları son ses çalıyor, herkes özeleştirisini yapıp "Nasıl eksiklerimizi kapatırız?"ın cevabını aramalı. Bahane yerine çözüm üretmeli. Defansta bir sıkıntı varsa, onu çözmek teknik kadronun işidir. Gol atamıyorsak, aynı şekilde. Futbolcular da ona göre motive olmalıdır... Zor bir dönemdeyiz, bu dönemden birlik ve beraberlikle çıkabiliriz. Bu büyük camia için biraz daha sabır, biraz daha özeleştiri, biraz daha motivasyon ve çalışma şart. Herkes kendine düşen işi sonuna kadar yaparsa bu takımla başaramayacağımız şey yok.

Sütümüz var, mayamız da var. Tek gereken şey onu karıştıracak iyi bir aşçı ve ardından biraz zaman.

15 Ağustos 2010 Pazar

Es-Es: 0 Gençlerbirliği:0 | "Işık, daha çok ışık!"


Evimizde taraftarımız önünde sezonun açılış maçında rakibimiz Gençlerbirliği'ydi. Süper Lig'de belki de bize en ters gelen takımlardan biri Gençlerbirliği, üstüne üstlük ilk maçlarımız hep golsüz geçince herkes kafasında bir kuşkuyla izledi maçı.

Öncelikle biraz stadyumdan konuşmak gerekiyor sanırım. Yeni elektronik LED reklam panoları çok şık ve kullanışlı olmuş, ama onu taç çizgisinin 1 metre yanına koyan zihniyete ben anlam veremiyorum. Hadi topu çizgide yürürken biz açıktan göremiyoruz, onu geçtim de orada birisi ters düşse çok ciddi bir sakatlık geçirebilir. Stadyum demişken maçın ortasında sönen ışıktan bahsetmemek olmaz. Şimdi düşünüyorum, Pele'yi çok değil bundan bir kaç sene önce Giuseppe Meazza'da forma giymiş bu adam ışıksız bir yere geldiği için ne hissediyordur acaba?

Maça dönecek olursak, aslında antrenmanların aksine değişik bir taktikle sahaya sürdü takımı Rıza Hoca. Rıza Çalımbay taktiğine göre yenilenen hiçbir şey yoktu belki, ama tek forvet, Sezer ya da Tello'nun forvet arkası oynayacağı bir taktik hevesi kursağımızda kalmış oldu böylece. Tello'nun kendine yer bulamadığı ilk 11 dağılımımız şu şekildeydi:


------------------Ivesa-------------------



Koray----Sezgin------Nadarevic----Volkan



Burhan---- Doğa----- Pele ----------- Sezer



--------Batuhan----------- Jaycee---------



Sezer yine ve yine sol açığa mahkum kalmıştı ki sağ ayaklı olmasının dezavantajını bir kaç pozisyonda topa iyi vuramaması ve orta yapamamasıyla gördük. Onun haricinde çift forvet tercihi yine düşünülebilir bir olaydı. Jaycee'nin çok istekli olması, Batuhan'ın zaten bu takım için garanti görülmesi, belki de Tello'nun tam hazır olmaması Rıza Hoca'yı böylesine bir taktik içine itmiş olabilir.

Maç başladı derken bir anda ışıkların gitmesi herkesi soğuttu. Her ne kadar her zaman olduğu gibi taraftar, yaptığı ışıklı şovlarla herkesin beğenisini kazansa da aslında futboldan soğudu. Aslında en anlamlı söz de tam bu sırada, ışıklar kapandığında açıktan geldi: "Işığı değil, açığı kapat!"

Gençlerbirliği bu maça beraberliğe razı geleceğini zaten maç öncesi yaptığı açıklamalarda bile söylüyordu. Çok önemli 3 sakatlıkları onları fazlasıyla sıkıntıya sokmuştu. Kalecileri Serdar Kulbilge'ye denecek bir şey yok zaten, maçın başından itibaren sistematik bir soğutma taktiği uyguladı ve bunda da başarılı oldu. İlk yarı genelde hep sol kanadı kullanmayı tercih ettik. Volkan Yaman'ın bindirmeleri gayet yerindeydi. Sezer'in bir pasında Volkan eğer iyi orta yapabilse içeride Batuhan'ın gol atması işten bile değildi. Onun haricinde Jaycee çok ama çok istekliydi. Topu, topla oynamayı öylesine özlemiş ki, attığı çalımlarla 2-3 kez ceza sahasına girdi; içeri çıkardı... Tek eksiğimiz vardı: Topa vuracak, çizgiyi geçirecek birisi! Olmadı. Biraz bencil oynadığı da söylenebilir Jaycee'nin eleştirel anlamda. Sağ kanatta Burhan bir iki kez iyi gitti ama sonrasında oyundan fazlasıyla düştü. Pele... Ah Pele, bakın birazcık takıma, şehire alışsın, güveni gelsin o zaman görün siz onu... Defans oyuncularının da yardımcısı oldu. Ayağa oynamak istiyorsak, topla çıkarken topla buluşturmamız gereken isimlerden biri. Fakat kendine biraz güvenmesi gerekiyor, ilk yarı genelde yan top yaptı. Doğa oyunun her zamanki gibi mücadele yönünde kaldı, atak yönüne malesef katılamadı. İlk yarı golsüz tamamlandı.


İkinci yarıya oldukça iyi bir değişiklik; Erkan Zengin<->Burhan Eşer değişikliğiyle başladık. Bu da sağ kanadımıza hayat getirdi. Sonradan girdiği performansıyla gösterdi ki, Erkan sağ kanadın adamı. Gerçekten çok hevesli başladık ikinci yarıya. Aynı şekilde Pele de, Rıza Çalımbay'dan da taktiği almış olacak ki dikine oynamaya çalıştı. Ama Gençlerbirliği inanılmaz kapandı. Hücuma da sağ açığa koydukları hızlı adamları Hurşut, ve benim çok beğendiğim, inanılmaz teknik bir oyuncu Harbuzi ve yeni golcüleri Ermin Zec ile çıkmaya çalıştılar. Kontra atak istiyorlardı. Hatta böylesine bir pozisyonda, kontra atakta tam golü yedik derken arkadan gelen Pele topu söktü aldı ve bizi rahatlattı. Bu Gençlerbirliği'nin; belki de maçın en tehlikeli anıydı. Dakikalar 70'i gösterdiğinde halen gol sesi çıkmamıştı. Bir Tello, ya da bir Adem Sarı değişikliğini beklerken, oyundan düşen Doğa'nın yerine Alper'i görmek şaşırttı beni açıkçası. Belki de defansa güvenemeyen Rıza Hoca, "Evimde sezon açılışım; gol yemeyeyim de, atarsam kârdır." psikolojisi ile yaptı bu hamleyi. Ben Alper'i ilk 11 bekliyordum orası da bir ayrı konu. Doğa'nın yerine Tello girse, Pele geriye çekilip Tello serbest adam oynasa ne olurdu bilinmez ama oyun kilitlendikçe kilitlendi. Bu düğümü çözebilecek bir adam Tello girdiğinde ise dakikalar çoktan 80'i gösteriyordu. Pele taraftardan destek olmasını istedi, o hırsı gören taraftar son dakikalara doğru canlansa da Batuhan hava toplarından yararlanamadı. Erkan'ın vuruşunu kaleci Serdar çıkardı. Serdar, psikolojik savaş kısmı da dahil, iyi bir oyun çıkardı. Son dakikalara doğru tek düşüncemiz hücumdu, böyle olunca atılan bir uzun topta Ermin Zec kaleciyle karşı karşıya kaldı. Atsa, maç öylece gidecekti ama o kale yerine yandan yeni reklam panolarına atınca taraftar ve muhtemelen Rıza Çalımbay da derin bir oh çekti. Sonrasında zaten maç bitti.


Hem bu sezon evimizde oynadığımız ilk maçtı, hem de Gençlerbirliği gibi "oyun bozma, oynatmama" konusunda en başarılı ekiplerden biriyle karşılaştık. Çok ağır eleştirilerden kaçınmak gerek. Daha bu takıma Tello, Diego gibi isimler girecek, Pele form tutacak; Batuhan patlama yapacak vesaire ama benim görmek istediğim taktiksel anlamda bir reformdu. Sezer'in solda oynatılmasıyla, 2 ön libero, 4 hücumcuyla yine göremedim o yenilenmeyi. Hani sanki Ragıp gitmiş yerine Pele'yi koymuşuz, futbolcular değişmiş taktik aynıymış gibi geldi bazen. Yine de dediğim gibi Tello girdikten sonra, takım form tuttuktan sonra elbet yenilenmeler olacaktır. Ragıp'la Pele'yi kıyaslamak değil, yanyana yazmak bile abes biliyorum. Ayağa oynayan bir takım silüetine bürüneceğiz, yeter ki uyum süreci tamamlansın, herkes elinden geleni yapsın, taraftar da gereken desteği versin. Bugün biraz da olsa geleceğe yönelik ışık verdik ama sanırım Goethe'nin ölmeden önceki son sözlerinde olduğu gibi, ihtiyacımız olan şey: "Işık, daha çok ışık!"

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Yedekler: 3 Afyon: 0


Dün tesislerde oynanan karşılaşma, bu sezon evimizde oynayacağımız açılış maçı olan Gençlerbirliği ile ilgili pek bir önem taşımıyordu bana kalırsa. 3. Lig'de mücadele edecek olan Afyonspor, mütevazi takımıyla gelmişti. Bizse, zaten İ.B.B ile oynanan maç olduğundan, daha çok o maçta forma giyememiş, yedek ağırlıklı kadromuzla sahadaydık. Tesislerdeki sahamız gerçekten çok güzel olmuş. Tribünlü kısım tamamen dolmuştu, yetmedi, tellerin olduğu bölümler bile güneş gelmesine rağmen doluydu. 300'e yakın taraftar izliyordu yani karşılaşmayı. Sahaya:

--------------Kayacan--------------

Veysel---Bülent E.--Vucko--Volkan Can

--------------Fahri---------------

Cemal-------- Serdar --------B.Kocabey

------Emre Aygün----- Adem Sarı------

dizilişiyle başladık. Cemal ve Volkan Can, A2 takımımızda forma giyen genç oyuncularımız. Özellikle Cemal'in, kuvvetli fiziğiyle ileride takımımıza renk katabilecek bir oyuncu olduğunu söyleyip maça geçelim. Aslında maç ile ilgili fazla yapılacak bir yorum yok bana kalırsa. Güçsüz rakibimiz karşısında oyuncularımız, sıcağın da etkisiyle, hem de sakatlanmamak için iyi bir mücadele ortaya koymadı.

Başın başlarında, genelde hep sağ kanadı kullanmamız dikkatimi çekti. Belki bunda Serdar'ın da sürekli sağ tarafa bindirmeleri etkili olsa da, Cemal o bölgede hiç sırıtmadı. Yine sağ kanattan gelişen atağımızda, verkaçlardan sonra ceza sahasından topu uzaklaştırdılar. Top Adem'de kaldı. Çaprazdan çok iyi bir vuruşla Adem, takımımızı 1-0 öne geçirdi. İlk yarı bu şekilde sona erdi. İlk yarı kalemizde tehlike adına neredeyse hiçbir şey yoktu. Gerçi, Bülent Ertuğrul ve Vucko ikilisinin stoper olarak oynaması tandemde sık sık karışıklığa ve Afyon ataklarına sebep olsa da etkisiz ataklardan sonuç alamadılar. İkinci yarıyı çok dikkatli takip edemedim, ama gördüğüm sol açığa Mikail girmişti. Daha önce sürekli yazdım. O da eğer kendini fiziki anlamda geliştirebilirse, gelecekte takımımızın değişmez isimlerinden biri olabilir. İkinci yarının da tadı yoktu. Yapılan bir ortada kaleci bomboş pozisyonda topu elinden sektirince Serdar boş kaleye yuvarladı: 2-0. Bu arada bir kaç Afyon atağı da oldu ama Kayacan bu topları kurtarmasını bildi. Hatta bir frikikte top üst direkten dışarı çıktı ki, gerçekten güzel bir ataktı Afyonspor adına. Sonlara doğru bizim yay üzerinden kazandığımız frikikte topun başına Bülent Kocabey geçti. Müthiş bir vuruşla topu çatala gönderdi ama top direkten yere sekti. Takipçi Veysel kayarak müdahale etti, birazcık elinin de yardımıyla top çizgiyi geçti: 3-0. Sonrasında maç zaten bitmişti.

Bu maç Gençlerbirliği ya da Süper Lig'deki maçlar hakkında taktiksel bir bilgi vermedi bana kalırsa. Daha çok ilk 18'i oluşturabilmekle ilgili bir maçtı. Daha önce şans veremediği oyuncuları görmek, onları da hazır tutabilmek açısından. Sakatlık olmasın diye fazla da yorulmadılar. Malum, 2 gün sonra lig maçımız var. Tek tek, kısa bir şekilde incelersek:

Kayacan: Kendine güveni yok gibi. Çok yetenekli kaleciler yetiştiriyoruz aslında, Sinan, Kayacan gibi. Ve hatta U-18'de görev yapan kalecimiz Gökhan da çok iyi. Ama onlara güvenip bir türlü oynatamamamız başımızı ağrıtıyor. Güvensizlik yaratıyor. Bu seneki A-2 ligi umarım yararlı olur.
Veysel: Sağ bek olarak oynadı. Koray ve Volkan'ın alternatifsiz olduğunun Rıza Hoca da farkında ve Allah korusun olası bir sakatlık için oyuncu deniyor. Stoperde olduğundan daha etkisizdi ama çok güçlü. Güzel şut da çekebiliyor, çektiği bir şutu kaleci zorlukla çeldi. Onun dışında takipçiliği de önemli bir özellik. Bence bu sene rotasyona stoper bölgesinde rahatlıkla girebilir. Gelişmeye devam ederse, geleceği parlak; yalnız özellikle ceza sahası civarında biraz daha az sert oynamalı.
Vucko: İyi niyetiyle oynamaya çalıştı, güzel bir rotasyon oyuncusu olabilir.
Bülent Ertuğrul: Stoper olarak oynadı. Daha önce de sağ bek oynamıştı. Sanırım Rıza Hoca'nın kamp dönemi denemelerinin bir numaralı ismi oldu kendisi. Yine de hakkını veriyor. Tecrübesiyle bile takıma iyi örnek olabilecek bir isim, çok efendi.
Volkan Can: A-2'den tanıdığımız bir isim. Eskişehir'li. Ülkece sol bek sıkıntısı yaşadığımız şu günlerde, eğer kendini geliştirebilirse gelecekte kendine ilk 11'de bile yer bulabilir.
Fahri: Ortasahada ön liberodan çok top dağıtıcı gibi oynadı. Tello, Sezer gibi isimlerin olmamasından ötürü olsa gerek. Geçen sene ilk geldiği güne göre gelişme var, ancak geçen seneki Alper ve Doğa'nın performanslarını düşünecek olursak; üzerine bir de Pele'nin gelişini eklersek ilk 11 zor gibi.
Serdar: Her zamanki yırtıcı, koşan, mücadeleci Serdar. Bu dönem işi biraz zor olsa da, gücüyle, eğer tekrar iyi çalışırsa sonradan girip takıma hareket getirebilir.
Cemal: Geçen sene A-2'de takip ettiğim oyunculardan biriydi. Güzel gollere imza atıyordu. Hatta geçen A-2'nin oynadığı Bozüyükspor maçında da forma giyip bir gol attı sanırım. Diğerlerinin aksine fiziki anlamda güçlü bir isim Cemal. Ama bölgesindeki güçlü isimler onun takıma girebilme şansını çok zora sokuyor. Belki bu sene kiralık gidip profesyonel bir takımda oynarsa ileriki yıllarda iyi bir oyuncu olabilir.
Bülent Kocabey: O ilk çıktığımız sene efsane olan Bülent Kocabey'i kim aramıyor? Bu maçta, maçın iyilerinden olsa da yine dura dura mücadele ediyor. Takımdaki solak kıtlığını düşünecek olursak, alternatif olarak mutlaka kadroda bulunabilecek bir isim.
Emre Aygün: Daha önceki hazırlık maçlarında hiç mücadele edemedi bildiğim kadarıyla, kamp döneminde de çoğunlukla sakattı. Bu biraz ona da yansımış. Eksiklikleri var. Belki, topu aldığında arkası dönük tutabiliyor, iyi paslar atıyor ama sezona hazır görmedim ben Emre Aygün'ü. İnşallah zamanla daha iyi olacak.
Adem: İlk 18'de kesinlikle olacak isimlerden biri diyebiliriz Adem için. Gerçekten iyi bir mücadele verdi. Tek korkum, "Ben oldum." havasına girmemesi. Eğer taraftarla ve takımla olan bu iyi diyaloğunu korur, çalışmaya devam ederse zamanla ilk 11'imizin golcü ismi olur. Bir kaç bireysel hareket denedi. Halbuki özellikle geçen senenin organize ataklarının başında gelen bir isimdi Adem. İnşallah yine öyle görürüz. Düğümlenen maçlarda yine kurtarıcımız olabilir, yeter ki geçen seneki gibi devam etsin.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Diego Ângelo de Oliveira: Aranan Stoper!

Zapotocny transferinin kesin olarak çıkmaza girmesinden sonra yönetim kurulumuz daha somut adımlar atmaya başladı demiştik. Başkan Halil Ünal'ın İtalya'ya giderek bugün transfer girişiminde bulunacağı söyleniyordu. Ve bugün Nihat Çuhadar'ın açıklamasına göre, oyuncuyla anlaşılmış ve yarın resmi imzalar atılacakmış.

Diego Ângelo de Oliveira, 1.92'lik Brezilya'lı oyuncu 3 sezondur Portekiz'in Naval takımında oynadığı istikrarlı oyunuyla İtalyan takımı olan Genoa'nın dikkatini çekmiş ve transfer sezonunun daha henüz başında Genoa ile 5 yıllık bir anlaşma imzalamış. Fakat, özellikle Dünya Kupası'nda İtalya'nın beklenmedik başarısızlığı, Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Inter Milan'ın kadrosunda İtalyan futbolcu olmaması, İtalya Federasyonu'nu devreye sokup "Yeni Yabancı Kuralı"nı devreye sokunca Genoa Diego'dan vazgeçmek zorunda kaldı. Bu yeni kurala göre, Serie A takımları; AB dışı uyruklu oyuncu alabilmek için kadrosunda mevcut bulunan AB dışı uyruklu oyunculardan birini yollamak zorunda. Bu da Brezilya vatandaşı olan Diego'nun gönderilmesine neden oldu. Halbuki, geleceğe yönelik büyük umutlarla düşünülen Diego, Genoa'nın bu sezon oynadığı hazırlık maçında da ilk 11'de başlamıştı. Ama bu değişiklik, çoğu kulüpte yarattığı sorunu Genoa'da da yarattı ve yeni transfer için Diego'dan vazgeçmek zorunda kaldılar. Üstelik Diego için tamı tamına 1,5 Milyon Euro'yu Naval'a vermişlerdi bile!

1.92'lik boyu, hemen akıllara yüksek toplarda güçlü ama yerden yavaş bir oyuncu izlenimi getirse de, Diego yerden de olabildiğince çabuk bir oyuncu. Özellikle topla çıkarken, oyun kurucu bir özelliğinin olması bizim 2 sezondur Süper Lig'deki en büyük eksiklerimizden birini kapatacaktır. Hem bol bol uzun topun oynandığı ligimizde Nadarevic'in yanına hava toplarını kesecek uzun boylu bir stoperin gelmesi de avantajımız.

Diego'yla ilgili videolar:


Geçtiğimiz sezon Naval'da 30 maçta ilk 11'de forma giyen Diego, bütün maçlarında 90 dakika çıkartarak istikrar abidesi olmuş. Sadece 4 maçta sarı kart gören 24 yaşındaki genç Brezilya'lı, bu maçlarda 3 gole de imza atmış. 1,5 milyon Euro'ya Genoa'nın, Naval'dan kaptığı bu genç yetenek bize ne kadar mal oldu bilinmez ama Halil Ünal'ın her zaman olduğu gibi yine muazzam bir iş yaptığı ortada. Tek hatamız Zapo transferini bu denli uzatmak ve asıl hedeflerde geri kalmak oldu. Ama bu transfer, Zapo'yu ya da Halliche'yi aratmayacaktır diye düşünüyorum. Hele bir de uyum sağlarsa, o zaman görün. Büyük ihtimal, Transfer Sezonu'nun son transferi oldu. İnşallah bir an önce uyum sağlar ve camiamıza şampiyonluklar getirir. Hayırlı, uğurlu olsun.

Gözümüz Stoperde Kaldı...


Sezon başlamadan yapılan Batuhan transferi, ardından Burhan, Erkan Zengin, Emre Aygün... Ve sonrasında Pele ve Tello.. Şimdiye kadar transferde hiç olmadığı kadar mantıklı hareket ederken, bir yandan henüz bir stoper bulamamamız kafada soru işaretleri bırakıyor. Bunca emeğin yenilecek kötü gollerle heba olması bizi en çok üzen taraf olur. Bu yüzden yönetim sanıyorum gecesini gündüzüne vererek çalışıyor. Başta en büyük hatamız Zapotocny'e olan aşkımız oldu. Sürekli o gelecek diye bir şeyleri öteledik. Ligte 2 senedir mücadele eden ve ligi tanıyan, 2 sene şampiyonluk görmüş ve ayağa oynayan bu transfer gerçekten bize savunmada çok faydalı olurdu. Ama çıkmaz yola girdi. Defalarca kez "son görüşme" yapıldı Zapo'yla ve sonunda defter kapandı diyebiliriz. Şimdi daha akılcı yerlere yönelmiş durumda Halil Ünal. Zapotocny'i aratmayacak bir stoper getirme çabası içerisinde sanıyorum. Eğer bu transfer gerçekleşir ve uyum sağlarsa defanstaki problemimizi de çözmüş oluruz. Ayrıca yeni transferin Gençlerbirliği maçında oynayamayacağını da düşünürsek, umarım Rıza Çalımbay o bölge için bir şeyler planlıyordur. Hazırlık maçlarında alarm veren savunmamız, Gençlerbirliği önünde inşallah toparlanır. İnşallah Halil Ünal'ın peşinde koştuğu bu stoper transferi de bir an önce sonuçlanır ve transfer sayfasını kapatarak harikalar yaratacağımız bu güzel sezona evimizde başlarız. Gün ola hayrola.

6 Ağustos 2010 Cuma

Bruno Bertucci-Salih Altın-Tunay Acar-Allison ...

Bruno Bertucci... Corintihans takımından, 1 yıllık satın alma opsiyonuyla alındığı duyurulmuştu. Volkan Yaman'ın alternatifi olacak, diğer zamanlarda da A2'de oynayacak deniliyordu. Henüz 2 antrenmana katıldıktan sonra apar topar ülkesine geri yollandı... Kaldı ki, yabancı kontenjanında en rahat takımlardan biri olmamıza rağmen. Zamanın blog yazarları Roberto Carlos gittiğinde, onun yerine Fenerbahçe'nin Bruno'yu da alternatif olarak düşündüğünü yazmış. Altyapısı iyi bir oyuncuya benziyordu, Tello'yla da iyi anlaştıklarını duymuştuk. Sol bek gibi alternatifin olmadığı bir bölgede, Volkan'ın sakatlığı ya da cezası durumunda oynayabileceğini düşünürken bavulunu hazırladı. İnşallah, Adebayor zamanında Trabzonspor kampında beğenilmedi tarzda haberlere konu olmaz. Beni heyecanlandıran bir transferdi. Çünkü hızlı ve genç bir sol beke ihtiyacımız var uzun vadede. Olmadı. Yolu açık olsun.


Salih Altın ve Tunay Acar: Büyük umutlarla Türkiye'ye getirilen iki gurbetçimiz neyse ki diğerlerinin aksine bir kamp süreci geçirmiş oldukları için kendilerini şanslı sayabilirler. İşin şakası bir yana, gerçekten alternatif olarak düşünülen bu isimlerin hazırlık kampı süresince iyi bir performans sergilediği özellikle Tunay'ın çok iyi bir alternatif olacağı söyleniyordu. Sol bek, sağ bek oynayabilen Tunay'ın bu bölgelerde alternatifimiz bulunmadığı için iyi bir rotasyon oyuncusu olabileceği akıllara geliyordu. Maçlarda oynayamasalar bile yeni kurulan rezerv ligde kendilerini gösterme fırsatı bulabilirlerdi. Ama olmadı, bir sene kiralama yoluna gidilecekmiş. Boluspor'la anlaşabilecekleri gelen bilgiler arasında.

Allison Freitos: Transfer sezonuyla beraber, sanırım ilk konuşulan yabancılardan. Deneme amaçlı geldi. Avusturya kampına götürülmeden, fiziki olarak Süper Lig'i kaldıramayacağı için yollar ayrıldı. Oldukça genç bir isimdi. Bruno,Salih ya da Tunay'ın aksine, fazla bir futbol kariyerinin olmaması, gerçekten haklı çıkarabilir ki sanırım ortasahada görev alıyordu; o bölgedeki oyuncu enflasyonunu düşünürsek zaten oynayamayacağı aşikardı. Yetenek olarak oldukça iyi olduğu da söyleniyordu. Ama onun da sonu, denenmek için alındı denilenlerle aynı oldu.

Aklıma aynı bunun gibi Ahmet Sağlam geliyor. Kritik Trabzonspor maçında görev alıp, performansıyla "Acaba?" dedirtmişti ama sonra hiç şans verilmeyince kayboldu gitti. Ümit Milli takım kadrosunda oynayan ve büyük umutlar beslediğimiz Selçuk Alibaz'a ne oldu peki? Afyon'a kiralandı, bu sene yine gidecek yer arıyor. Ya da, 2 Lig'de gol kralı olan Abdullah Halman? Kimse, orası ikinci lig demesin. Bugün Valencia'da oynayacak Mehmet Topal, Çanakkale Dardanel'de oynamıyor muydu? Hem yaşı da o kadar fazla değil. Maalesef bu isimler de hocamızın gözüne giremedi. Alper Potuk ve Adem Sarı, kendilerini iyi kurtardılar belki de. Eh, ne diyelim. Hepsinin yolu açık olsun, daha iyilerini inşallah hep beraber izleriz.
Related Posts with Thumbnails